HİÇ BİRŞEYLERİ OLMADAN GEZEGENE MEYDAN OKUYAN İNSANLARIN ÖYKÜSÜ: TENERE

tenere-tr-1200x630-px-1497

HİÇ BİRŞEYLERİ OLMADAN GEZEGENE MEYDAN OKUYAN İNSANLARIN ÖYKÜSÜ: TENERE

Yıllar önce Mali’yi anlatan bir belgesel izlemiştim. Belgeselde çölde tuz ticareti yapan insanların, oradaki açık namazgahlarda namaz kıldıklarını ve arkalarından gelecek yoksullar için mescide tuz bıraktıklarını görmüştüm.Bu sahneyi görür görmez insanlık ve gelişmişlik hakkında görüşlerimi yeniden düşünmüştüm. Mali belki dünyanın en fakir ülkelerinden birisiydi ancak bence dünyanın en gelişmiş ülkeslerinden birisiydi. Çünkü gerçek zenginliğin/gelişmişliğin ölçüsü, teknolojik çöplükler, AVM’ler beton binalar olamazdı. İnsanın elinde ne büyük imkansızlıklar olsa da merhametini, ve cömertliğini koruyabilmesi olmalıydı diye düşündüm.

Afrikayı bisikleti ile pedallayan bir çılgın var. Hasan Söylemez. Queen’in Bicycle şarkısında olduğu gibi, her türlü meşgalesini geride bırakarak bisikletimi sürmek istiyorum diyerek vurmuş kendini kara kıtaya. Ancak Hasan Söylemez’in belgeselci yönü onun sıradan bir instagram fenomeni olmadığını gün geçtikçe ortaya koyuyor.

Dün Ankara’da ilk kez gösterime giren Tenere belgesel filmini izledim. İlk olarak filmi çok beğendimi söylemem gerekiyor. Filmin içinde bir çok teknik kusur ve kurgusal olarak olgunlaşmayan noktalar var. Ancak filmin öyküsü sizi öyle bir esir alıyor ki, filmin çekildiği şartları iliklerinize kadar hissetmenize neden oluyor.

Filmin ana karakteri olan Beşir Nijer’in Agadez şehrinde yaşıyor. Sıradan bir ülke veya sıradan bir şehir gibi gelebilir, ama Nijer çeşitli sıralamalarda dünyanın en yoksul ve en az gelişmiş ülkesi sayılıyor. Agadez ise Nijerin taşrası. Aslında Söylemez gezegende çok spesifik bir noktaya odaklanmış. Ülkenin ekonomik zorluklarının yanında çok önemli bir dez avantajı daha var,o da topraklarının büyük bir kısmının gezegenimizdeki en büyük çölün içinde bulunması.

Beşir eskiden Libya’ya giderek dönem dönem para biriktiriyormuş ve ailesine gönderiyormuş. O Libya’da iken onu karısı büyük bir aşk ve büyük vefa ile bekliyormuş. Bazen ondan iki yıl boyunca haber alamadığı olmuş ve öldüğünü bile düşünmüş. Ona olan aşkını içinde büyütmüş. Hatta öyle bir seviyeye getirmiş ki, filmde yer almasa da Söylemez’in aktardığına göre aşkı Beşirin sesini çöldeki dağların arkasından işittiği olurmuş. Belgeselin tamamında beni en çok etkileyen kısım bu hanımefendinin eşine duyduğu aşk olmuştu ama öykü aslında tam olarak bu aşkı anlatmıyor.

Libya’da silahlı çatışmalar sırasında bacağından vurulan Beşir hiç para kazanamadan ülkesine geri dönmek zorunda kalmış. Orada çok zor bir hayatla pençeleşirken kendisini bulmuş.

İnsanlar ticaret yapabilmek için, Libya’dan getirilen malların satıldığı sınır kentlere gitmek zorundalar. Bunun için de gezegenimizin en büyük çölü olan Sahra çölünde 15 gün süren bir kamyon yolculuğu yapmak zorundalar.

Bu yolculuk boyunca yollarında sadece iki kuyu var. Yanlarına alabilecekleri kadar su ve yiyecek almak zorundalar. Bu yolculukta, ölümle burun buruna gelmeniz çok sıradan bir olay. Film boyunca kakafoni yaratacak derece kamyon lastiği detayı vardı. Niye bu lastiklerin bu kadar çok kadraja alındığını anlayamamıştım. Filmin sonunda Beşirin gelip bir lastiğin başında dua etmesiyle anlıyoruz ki meğerse bu lastikler çölde ölen insanların mezarlarıymış.

Belgeselde kavramsal olarak kadercilik konusu işlenmekte. İnsanların bu zor hayatta Tanrı ile kurdukları ilişki bu kavram üzerinden işlenmekte. Belgeselci bu konudaki yorumları izleyiciye bırakmış,yanlı bir bakış açısıyla ele almamış. İzleyici olarak filmde en beğendiğim hususlardan birisi bence bu insanların gizli silahı bu kadercilik anlayışıdır. Bizim onların zayıf yönü ya da (ekonomik olarak) geri kalmışlığının nedeni sandığımız bu hayat görüşü, bence onların bu yoksulluğa dayanabilmelerinin ardındaki gizli silah ve dirençlerinin kaynağıdır. Eğer eşşeğini bağlayabileceğin bir sağlam kazık yoksa, önce eşşeğini bağlayıp sonra Allaha güvenemezsin. Elinde sadece ikinci seçenek kalır, Allah’a şartsız, sebepsiz güvenmek. Bence çöl insanlarının derin bilgeliğinin, samimiliklerinin ardında bu derin hayat görüşleri yatmaktadır.

Mutlaka izlenmesi gereken Türk belgeselleri içerisinde görüyorum. Herkese iyi seyirler.

You may also like...