Zemzem kelimesinin kökeni

Bazı kelimeler vardır ki, dünyanın birçok farklı dilinde benzer seslerle dolaşsalar da kimse onlar arasındaki anlam ilişkilerini açıklayacak kadar cesur olamaz. Nitekim bu kelimeleri yorumlamak için doğudan ve batıdan farklı dil ailelerinden birçok dili bilmek yetmez, bu dillerin kökenleri olan antik dillere de aşina olmayı gerektirir.

Arapça kelimelerde etimoloji çalışanların bildiği bir kural vardır. Sesleri benzese de bazı kelimeler ortak üç harf kökünden gelmiyorsa ortak köke sahip olamazlar. Örnek vermek gerekirse, sevgi anlamına gelen hubb(حب) kelimesi seçme, oy verme anlamına gelen نخب kelimesi ile akraba olamaz. Çünkü bir tanesi ح harfi ile diğeri ise خ harfi ile yazılmıştır. Çoğu kişinin bildiği bu kuralı hiçe sayan yeni kural öne süreceğim. Eğer kelimenin kökü olarak farz edilen kelime antikite dünyasına ait bir kelime ise bu kelimeler de ortak bir köke sahip olabilir. Bu örnekte geçen hub(حب) kelimesi, buğday tanesi, tahıl tanesi anlamına gelir. Tahıl tanesi ise avcı toplayıcı olan kavimlerin bile bilmesi muhtemel bir kelimedir. İşte bu yüzden, Arapça dili doğmadan daha eski bir tarihte bir dilde ortak köke sahip bir kelime, Arapça’da farklı harflerle yazılan bu iki kelimeyi de birden türetmiş olabilir.

               Hub sevmek demektir. Eski Türkçe üzerinden kelimeye yaklaşacak olursak, sevmek, biraz geriye gidildiğinde sebmek halini alır. Sebmek ise sapmak fiili ile ilişkilidir. Sapmak sapı ayırmak, faydalı kısmı seçmek, faydasız kısmı ayırmak demektir.

Yani Sevmek fiili aslında ayırmak ve seçmek fiilinden türemiştir. Arapçadaki sevgi kelimesi olan hub da aynı şekilde tahıl tanesini ayırmaktan türeyerek bu anlama gelmiştir. Bir seçim işleminden anlam kökünü alır. Onunla hiç alakalı yok gibi duran نخب fiil kökü de bir seçimi anlattığı için bu kelime ile akraba olabilir. Özellikle kelimenin başına bir n sesi gelmiş olması bunun Sümerce bir ön ek olma ihtimalini düşündürmektedir.

Hub israiliyata göre Adem ile Havva’nın yediği ve yiyerek cennetten düşmelerine neden olan şeydir. Hub denilen şey kimine göre tahıl tanesi değil şehvetti. Orda kastedilen şey tohumdu. Hub kelimesinin muhabbet, sevgi ile ilişkisi ve sevginin de şehvetle ilişkisi aklımıza epeyce yatkın gelse de kelimenin insan iradesine giden seçme anlamını unutmayın. İrade yani seçim akılın temelidir. Akıl seçerek çalışır. Doğru ve yanlış iki seçenekten birini seçer. Şehvet ve akıl aynı şeyin Adem ve Havva’da ortaya çıkmış eril ve dişil hali olabilir, nitekim ben de bu kanaate daha yakın olduğum için farklı harflerle yazılsalar da نخب kelimesinin حب kelimesi ile alakalı olduğunu, Arapçayı iyi bilenler tarafından alaycı eleştiriler alma pahasına savunmaktayım.

Sümerler çoğu tarihçiye göre Ortadoğu dinlerinin tamamının türediği toplum olarak var sayılır. Aynı şekilde de Sümercenin Yunanca, Arapça, Latince, Farsça gibi diller üzerinde yaptığı etkiler bilinmektedir. Ancak burada atladığımız bir nokta, Sümerce ile belki de benzer kelimeler ve kavramlar barındıran başka medeniyetlerin bulunma ihtimaline karşın sadece Sümerlerin dillerini kayıt altına almış olmalarıdır. Bundan ötürü örneğin Latin dillerinde Angelo(melek), Ana(anne, ruh doğuran) gibi isimlerin kökeninde olan An kelimesinin Sümer An Tanrıçasından geldiği varsayılsa da, belki de Sümerlere de başka bir dilden gelmiştir.

Şimdi konumuz olan Zemzem(zemmizem ya da zemzeme vs…) kelimesine dönecek olursak, bir biri ardından tekrar eden iki kelimeden oluştuğunu görürüz. Zem(زم) kelimesini tek başına ele aldığımızda Arapçada toplanmak birleşmek anlamına gelir. Aslında çok büyük bir balık tuttuk ama bize kendi başına bu pek de anlamlı gelmiyor. Bunun nedeni kelimeyi sadece Arapçadaki anlamı ile düşünüyor olmamız. Nitekim Sümercede bir kelime hem sıfat hem fiil hem de isim olabilir. Yani su kelimesi hem akmak, hem ıslak hem de sıvı anlamına gelebilir. Ancak Arapçaya tüm bu anlamlardan sadece biri ya da bazıları geçmiş bazıları ise başka dillere geçmiş olabilir. Bu nedenle kelimenin izini diğer dillerden sürmemiz gerekir.

Zem kelimesi Yunancada Zomos ve Latincede Summus olan kelime ile ortak köktendir. Bu kelimelerin birinci anlamı su demektir. Özellikle de bitkilerden sıkılarak çıkarılan su, öz. Türkçede su, öz ve us kelimeleri aynı kelimenin farklı ağızlarda söylenme şeklidir. Suyun toplanma ile ilişkisini tahmin etmeniz zor değildir. Su tabiatı itibarı ile derelerde birleşen ve sonrasında denizde birleşen bir maddedir. İşte Latincenin Summus kelimesi de tam böyle bir kelimedir. Hem meyve suyu, bitki suyu, bitki özü anlamına geldiği gibi hem de toplam, birleşme demektir. Nitekim Sümer kelimesi sümerlerin ülkesini anlatmakta bu ülke ise Fırat ve Dicle nehrinin birleşerek denize döküldükleri bir noktaya verilen isimden ibaret olmuştur. Sümerler ise medeniyetlerini tesadüfen burada kurmamışlardır.

Antik düşünce sisteminde, hatta günümüze dek uzanan birçok inanç sisteminde su ruh demektir. Canlılar ıslak olur. Ölünce kururlar. Bu nedenle canın su ile insana nüfuz eden bir şey olduğuna inanılır. Ruh ve akıl ise aynı şey olarak ele alındığı için eski Türkçede us akıl demektir, aynı şekilde de Arapça da su anlamına gelen Lab(El ab) akıl anlamına da gelir. Akıl sudur. Kuru şeylerde akıl yani ruh olmaz. Sümercede bu kelimelerin tamamını düşündüren kelimeler mevcuttur, mesela sub kelimesi. Nitekim sümerler de susam yağı gibi sürekli birçok bitkinin suyunu çıkarıp onlardan bir takım faydalar elde etme üzerine gelişmiş gıda ve tıp teknikleri mevcuttur. Aslında sümerler sularını çıkardıkları bu ürünlerin bitkilerin bir nevi özünü çıkararak o bitkiye ait özellikleri kendilerine geçirmeye çalışmaktadır. Bu fikrin sonraları Yunan mitolojisinde çok baskın olduğunu görürsünüz. Sarmaşığın sarma özelliği, meyvesi olan üzümden yapılan şaraptan insana geçerek insanı sarmakta ve bağımlı hale getirmektedir. Ya da tıslayarak büyü yaptığı düşünülen yılanlar yakalanılarak onların zehrinden büyüler yapılmaya çalışılmıştır.

Su ruhani bir şeydir. Eski Türklerin dini inançlarında da suyun aynı şekilde önemli olduğu görülmektedir. Türk tengizi(denizi) , kök tengrinin yer yüzündeki bir aynası, bir yansıması, tecellisi konumundadır. Kök bitkilere suyu getiren uzuvdur. Kök tengri ise yağmur aracılığı ise yer yüzüne ruhların düştüğü semadır. Bu kökün semayı deldiği noktalar saçaklı yıldızlardır. Kök Tengri ile Tengiz ikili bir felsefi sistemdir, tıpkı platonun idealar dünyası gibi.

Suyun, ruh(nefs) ve akıl anlamlarına geldiğini kavradı isek Kuranı Kerim’de suda boğulma ile ilgili anlatılan iki kıssayı dikkatlice yeniden düşünün. Hz. Nuh aleyhisselam(Türklerin atası olduğu söylenir ve kıssası Sümerlerce bilinir) akla ve mantığa ayrı şekilde aldığı vahiye güvenerek su olmayan bir yerde gemi yapmaya kalkışır. Halkı ise ona, yani aldığını söylediği vahiye değil aklına güvenmektedir. Nitekim beklenen felaket geldiğinde halk suda boğulur.

Firavunun ise kabaran nefsi onu Musa’ya meydan okumaya itmektedir. Nitekim nefsine yenilerek peşine düştüğü Hz. Musa aleyhisselamı yakalamaya çalışırken boğulmuştur.

Acaba birinci kıssadaki insanlar suda mı boğulmuştur, yoksa akıllarında mı? Acaba Firavun kabaran dalgalarda mı boğulmuştur, yoksa kabaran sudan dalgalar değil de onun nefsi midir? Acaba her ikisi de mümkün müdür? Yani bu dünyada suda boğulurken, başka bir manevi alemde de akıl ve nefiste mi boğuluyordu? Bunların hepsi doğru olabilir, nitekim Kuranı Kerimde bu şekilde müteşabih anlamlarla doludur.

Türklerin Nuh aleyhisselamın torunları olduğu söylenir. Nitekim eğer böyle bir şey varsa Nuh tufanı Türklerin ana yurdu olan Orta Asya’da cereyan etmiştir. Hazar Denizi’nin Nuf Tufanı sonucu oluştuğuna dair inanışlar eski zamanlardan beri bilinmektedir. Nitekim, Nuh’un gemisinin Hazar Denizi yakınlarında bir dağda(Ağrı Dağına) karaya oturduğu yaygın bir inanıştır. Türkçedeki su ile Sümercedeki sub kelimeleri arasında bir ilişki varsa, bu ancak bir su kenarında olabilir. Sümerleri suyla bu kadar içli dışlı şekilde bir dini inanışa sürükleyen medeniyet proto Türkler olabilir mi? Ben bunun oldukça yüksek bir ihtimal olduğunu düşünüyorum. Sümercede birçok Türkçe ile ortak kelime olduğuna dair araştırmalar yayınlanmıştır. Bu araştırmaların çoğunda gözden kaçan kelime yukarıda zikredilen dengiz kelimesidir. Türklerin kök tengrisinin yeryüzü aynası olan tengiz, Sümerlerin dumuzisi yani temmuzudur. Fonetik açıdan oldukça benzeyen bu kelimelerin anlattığı kavramlar da birbirine benzemektedir. Temmuz gökteki kraliçenin yerdeki eşidir ve baharda tüm tabiatın içine girip, kışın yerin altına geri dönüp dinlenen yer suyunu temsil etmektedir. Zaten tengri kelimesinin dingir olarak Sümerceye girdiği de gözlerden kaçmamıştır.

Hz. Hacer ve Hz. İbrahim’in Sümer ülkesinde yaşadıkları ve Arabistan yarım adasına oradan geldikleri düşünülmektedir. Nitekim o dönemde daha Arapça oluşmadığı için Hz. İbrahim ve Hz. Hacer Sümerce veya benzeri bir dil konuşmaktadır. İşte tüm bu anlatılanlar ışığında ele aldığımızda zemzem kelimesinin özünözü, suyun suyu, canın canı, ruhun özü gibi bir anlama geldiğini düşündürmektedir ki bu da zemzemin islam inancındaki kabul ediliş şekline oldukça uymaktadır. Zemzem cennet pınarından yani ruhlar diyarından gelen bir sudur. Zemzem suyun suyudur.

Modern veriler ışığında Zemzem suyunun Kızıldenizde buharlaşan suların Taif civarında yoğunlaşarak yağış olarak döküldüğü ve bu şekilde zemzem kuyusuna aktığı ispat edilmiştir. Bu da pozitivist bir açıdan zemzemin birsuyun(denizin) suyu olduğunu ispat etmektedir. Acaba zemzem cennetin suyu mudur yoksa denizin suyu mudur?

You may also like...